18 Ağustos 2011 Perşembe
All Alone
-ve okuyun-
Küçüktüm. Küçüklüğümün geçtiği evimizin damına çıkar ve otların üzerine uzanıp gökyüzünü seyreylerdim. Evet, evimizin damında çimenler vardı. Çünkü topraktandı bizim damımız. Hatta kış ve sonbaharlarda üzerini komple naylonlarla kapatırdık. Babam ve anneme yardım ederdik hepimiz. Öyle yapmazsak su damlardı yoksa. Neyse...
Çimenler vardı işte. Yemyeşil. Uzanırdım üzerlerine, özür dileyerek elbette. Biliyorum, onlar da yaşıyolar... Sokaktan çocukların oyun sesleri gelirdi. Ben sadece dinlerdim. Tek katlıydı evimiz. Duyardım her şeylerini. Ben oynamadım aralarında pek. Benim başka işlerim vardı zira. Onlardan biri de dama çıkıp gökyüzünü dinlemekti işte ve sesleri görmek.
Yeşil bir tarla gibiydi damımız (çatı değil, dam) ve toprak kokuyordu.
Yalnızdım; çoğu zaman olduğu gibi...
Aslında yalnız olduğum söylenemez. En nihayetinde yalnızlık da vardır. Ve "Ben yalnızım" diyorsan aslında yalnızlık da seninledir. Hem otlar vardı. Hem gökyüzü, bulutlar vardı. Hem sesler vardı. Hem toprak vardı. Hem yalnızlık vardı.
Yani,
yalnız değildim.
Ben o zamanlar müzik dinlemezdim pek. Ama kulaklarımda hep melodiler vardı. Dudaklarım ve beynim ve ruhum hep melodiler fısıldadı kulaklarıma ve kalbime ve ayaklarıma. Gözlerim duydu hepsini ve ellerim sessizce söyledi kimseler duymasın diye. Ben yalnızlığımı ve hüznümü ve karanlığımı da paylaşmak istemedim.
Ordaydım, yemyeşil otlar arasında, yalnız, uzanmıştım. Bulutlar geçip gidiyordu. Ben hepsine ayrı ayrı selam veriyor ve hepsinden ayrı ayrı selam alırken oyun oynuyordum kendimle: "Aaa! Bak, işte bu kediye benziyor!", "Bu da el gibiymiş, ehm"...
"Bu neye benziyor peki?"
Yine kendim cevap veriyordum: "Kuuuuuuş!"
Ben göçmen kuşlara da benzedim hep. Mevsimler yüzünden değil; ait olmadıkları için. Aslında aitler belki de. Yuvaları var. Ama uçup gidiyorlar işte. Ben de uçup gitmek istedim. Belki bu yüzden "Pikaçuuuu!" diyerek aşağı atlayan o çocukla hiçbir zaman alay edemedim. Gülümedim "Ahahaha salak" diye.
Ben hep uçup gitmek istedim.
Kendimle konuştum, dostlar uydurdum hayali. O yüzden yalnız değilim belki de. Yalnızlığın elini tutup o yemyeşil otlar üzerine uzanan ve bulutlara selam veren bendim. Gördün mü? Görmedim. Bulutlara sor, söylerler.
Ben, orda; küçüklüğümün geçtiği tek katlı evimizin topraktan damında yemyeşil otlar arasına uzanmış bulutları seyrediyor, onlara selam veriyordum. Oyunlar oynuyordum hepsiyle teker teker. Sokaktan çocukların sesleri geliyordu. Hayal meyal duyabiliyordu gözlerim. Rüzgâr vardı sonra. Hafiften ama. Dudaklarım ve beynim ve ruhum melodiler fısıldıyordu kulaklarıma ve kalbime ve ayaklarıma.
O zamanlar bilmiyordum.
Bu şarkıydı işte.
Eminim.
"I'm standing here
Watching the clouds float by
Wondering why the pain never deserted me
The sadness, sorrow, bewilderness that never... left
I'm flying... away
I'm flying... away
Holding hands with myself
Sharing life with myself
Reaping the loneliness I've sown
In these fields I've always grown
Digging blackness from my mind
I will die all alone"
Hepsi bu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder