Bir oyun bu.
Hiç gelmeyecek bir gelecekte oynanan bir oyun bu. Bir babayım ben. Çok iyi bir baba olduğum söylenemez. Saçlarımı hiç taramıyorum mesela. Bir tarağım olmadı benim. Onun yerine ellerim ve parmaklarımla biraz şekil veriyorum; hepsi bu. Ve sigara içiyorum çokça ve sigara dumanının büyülü ve canlı bir şey olduğu konusunda şizofrenik teorilerim var. Ve ben "ve" ile başlayan cümleleri seviyorum.
Bir kızım var. Kız babası olmak güzel bir şey diye düşünmüştüm hep. Annesi, En Sevdiğim Kadın, birkaç yıl önce buralardan terk-i diyar eylemiş. İkimiziz; kızım ve ben. Yalnızız ama esasında yalnız değiliz. Yanımda uyuyor geceleri. Sarılıyor sımsıkı ve başı göğsümde uyuyor. O kadar güzel ki...
Gayet Amerikan filmlerinden fırlamış bir profil çiziyor bu, değil mi? Sevdiği kadın ölmüş bir adam, tek çocuğuyla kalmış melankolik bir baba profili... Ama ben amerikan filmlerini de hiç sevmedim.
Kızım; Güzelim henüz 8 yaşında. Oturup onunla İran sinemasından güzelim filmler izliyoruz. O da çok seviyor. Arada üzülüyor. Kasım çocuğu o da babası gibi. Kasım çocuklarının üzerine sinmiş bir hüzün kokusu vardır. Yıkanıyoruz çokça -ki suyu çok sever Güzelim. Ama çıkmıyor üzerimizden. Doğumlekesi gibi...
Bir evimiz var. Hayata bir türlü tutunamayan ben, iki katlı, küçük ve yeşil bir bahçesi olan eski bir Rum evi alabilmişim bir şekilde. Hayatta başardığım en iyi işlerden biri bu. Güzelim'le bahçeye çıkıp çimenler arasına oturuyoruz bazen. Akşamüzerleri hele çok güzel oluyor. Yukarıda gökyüzü ve yıldızlar; aşağıdaysa güzelim kızım ve paspal babası.
Beni sevdiğini düşünüyorum. Beni sevdiğini biliyorum.
Ben de çok ve çok ve çok ve çok seviyorum Güzelim'i...
Annesine; en sevdiğim kadına benziyor bazen. Bakışları ve duruşu özellikle. Gülümsüyorum ben de...
Oyunlar oynuyoruz arada. O en çok "tren yakalamaca" oynamak istiyor. Aslında gayet meşakâtli bir oyun. Üşengeç bir babaya sahip olmak zor iş olsa gerek. Ama ben de çok seviyorum bu oyunu.
Hep hayalim olan turuncu-siyah bir kaplumbağa almışım vakt-i zamanında. Ben almadım aslında; aldık. En Sevdiğim Kadın'la beraber almıştık. O da çok severdi vosvosu.
Sabah saatleri. Güzelim gelip kaldırıyor beni. Üzerini giyinmiş bile. Anlıyorum: Yine tren yakalayacaz!
Hemen giyiniyorum. Giyinmem çok uzun sürmez benim. Bir pantolon ve bir tişört. Saçlarıma şöyle bir bakıyorum aynadan. Düzeltiyorum parmaklarımla. Sakalım biraz uzamış gibi. Olsun, severim kirli sakalı. Güzelim'in güzelim saçlarını tarıyorum sonra. Bu arada en sevdiğim ve elbette ki en sevdiğimiz müzikler çalmaya başlamış bile. Çok seviyor müziği o da. Gülümsüyorum, "Babasının kızı!" diyorum içimden. Bir kız evlat ve babasının aynı müziklerden keyif alıyor olması mucize olsa gerek...
Hazırlandık.
Hava biraz soğuk gibi. Ben paltomu alıyorum üstüme. Paltom olduktan sonra kazağa ihtiyaç duymuyorum. Çok üşümem, soğukla aram iyidir. Hem severim sonbaharı. Güzelim de en sevdiği kazağını ve kırmızı paltosunu giyiyor. Başına da el örgüsü bir bere atıyoruz. Ben de şapka giyiyorum. Ve dışarı atıyoruz kendimizi. Eldivenler yüzünden ellerini tam hissetmiyorum ama elimden tutuyor. Ne güzel gülüyor...
Atlıyoruz turuncu-siyah vosvosa. Sevdiğimiz müzikleri çalmaya başlıyor radyomuz hemen. Ve çıkıyoruz yola.
Bu, bizim oyunumuz ve istediğimiz gibi oynayabiliriz!
İlk gördüğümüz tren raylarını takip etmeye başlayacaz ve ilk gördüğümüz treni yakalamaya çalışacaz. Oyun bu kadar ve kuralları biz yazıyoruz.
Gidiyoruz vosvosla birkaç saat. Sonra bir tren görüyoruz. Yol boyunca takip ediyoruz treni. Güzelim el sallıyor, gülüyor, kahkaha atıyor, seviniyor. Bense sadece izliyorum. Çok sevmedim kahkaha atmayı ama onu böyle gülümserken, böyle ağız dolusu gülerken görmek mucize.
Ben mucizelere inanıyorum.
Bir zaman sonra tren rayları ve vosvosun yolu ayrılıyor. Tren gözden yitene kadar izliyoruz. Bir suskunluk çöküyor Güzelim'in üzerine. "Gitti babacım" diyor. "Biliyorum güzelim" diyorum. Aslında giden sadece tren değil; En Sevdiğim Kadın, annesi de gidiyor.
En Sevdiğim Kadın da çok severdi trenleri. Sıkıldığımızda ve artık yapamayacağımızı düşündüğümüzde sırtımıza çantamızı alıyor, içlerine birkaç kitap ve giysi koyuyor ve yollara vuruyorduk kendimizi. En çok trenleri sevdik ve en çok tren yolculuklarında eğlendik ve Güzelim ve ben, en sevdiğim/iz kadını bir tren yolculuğu sonrası kaybettik.
Güzelim de annesine (ve elbette ki babasına) çekmiş olacak ki çok seviyor trenleri.
"Asma suratını" diyorum "istasyon var yakınlarda. Bir tren daha yakalayabiliriz istersen ;)"
Gülüyor, ve kocaman bir "Eveeet!" diyor.
Yola koyuluyoruz...
Bir oyun bu.
Hiç gelmeyecek bir gelecekte dünya güzeli bir kız evlat ile biraz paspal ve biraz siyah-beyaz ve çokça hüzünlü ve çok âşık ve kızını çok seven bir babanın oynadığı çok güzel bir oyun bu.
