Bazıları "şehr-i şehir" diyor, bazılarına göre iflah olmaz bir orospu, kimileri için "Sana yenilmeyeceem üleeen!", başkaları için aşk, birileri için yaşanılan şehir, bazı kimseler için yaşanılmak istenen şehir... İstanbul'dan bahsediyorum. Yok, hayır, la Petite Princesse olan İstanbul değil. Tanıyacaksın onu da. Anlatacam sana. Otur yanıbaşıma. Dinle.
Bundan birkaç yıl önceydi. Hafızam bana unutkanlık oyunları oynuyor ya arada. Unutmadığım şeyler de var elbette. Bir güzelliği hangi hafıza, hangi akıl, hangi ruh ve hangi kalp ve hangi göz unutabilir ki? Ben unutmuyorum işte.
İşte, bundan birkaç yıl öncesi. Bir şehir düşün. Büyük ve güzel bir şehir. Kimileri için iflah olmaz bir sürtük, bazıları için aşk, birileri için şehr-i baran... İstanbul'u düşün. Bir yaz günü düşün. Eminönü'nü düşün. Sıcak. Uzaklardan gelen bir kız düşün. Güzel bir kız düşün. Ve düşün; seni beklediğini düşün. La Petite Princesse'yi düşün. Telefonda ona "Geliyorum. Vapur yanaşacak az sonra. 10 dakika sonra ordayım." dediğini düşün. Ve bu prensesin seni heyecanla beklediğini düşün. Zamanı genelde pek iyi hesaplayamadığını düşün. 10 dakika demişsin, ama birkaç dakika sonra iniyorsun vapurdan. Bir kız düşün; güzel bir kız düşün. Bu güzel kızın seni beklediğini düşün. İşte orda! Seni bekleyen bu güzel kızın kocaman kocamaaan ve sıcacık gülümseyişiyle seni karşıladığını düşün. Sıkıca sarıldığını ve yanaklarına iki kocaman öpücük kondurduğunu düşün.
Düşün...
"İstanbul'u seviyorum. Sokaklarında yürümeyi seviyorum. Bir şehri keşfedebilmenin en iyi yolu, o şehrin sokaklarında kaybolmaktır. Kaybolacaksın ki keşfedebilesin. Ben İstanbul'u böyle kaybola kaybola, ayaklarıma kara sular inene kadar dolaşa dolaşa keşfettim."
Yalan. Yanıldığımı düşün. Keşfetmemişim, keşfedememişim.
O güzel kızı düşün tekrar. Onunla beraber şehr-i şehri, iflah olmaz orospuyu, "sana yenilmeyecem ülen"i, aşkı, yaşanılan şehri ve yaşanılmak istenen şehri asıl şimdi keşfediyor olduğunu düşün. Sokaklarda yürüdüğünüzü düşün. Yanyanasınız. Koooskocamaaan İstanbul ve içinde sen ve o. Hep gördüğün sokakları o güzel kızın gözleriyle tekrar gördüğünü düşün. O güzel kızın göremediğin onca ayrıntıyı bir çırpıda sana anlattığını düşün. İstanbul'da geçirdiğin günlerin en güzelini düşün.
Düşün...
Bir balkon düşün sonra. Sabah olmuş. Balkona çıkmış o güzel kız. Şehri izliyor. Evden güzelim müziklerin sesinin geldiğini düşün. Balkonun demirliklerinde güller var. O güzel kız şehri izliyor ordan.
Düşün...
"Dünya üzerinde milyarlarca insan var. Bu milyarların arasından hüzünleri bir olan birkaç insan var. Ve bu hüznü bir, kederi eş birkaç insan, hiç üşenmez, hep birbirini bulur."
Birbirinizi bulduğunuzu düşün. Hüznünün yanına yoldaş olacak huzuru düşün.
Düşün...
Düşünüyorum...
"Yollar" diyorum "bizi tekrar kesiştirecek." Yollarımız tekrar kesişecek.
Öyle işte.
Düşün.
5 Mayıs 2012 Cumartesi
Sonbahar... Sonsuza Kadar.
Sonbahar gitmek bilmedi bu aralar. Çok kimse sevmez ya bu karanlık, siyah-beyaz havayı... Sonbahar da öylece dikilmiş karşımıza, "Gitmiyorum işte. Beni sevmiyorsunuz; biliyorum. Ve gitmeyecem." diyor hüzünlü ve kızgın ve biraz da kırgın bir şekilde.
Gitme, Sonbahar. Ben seni çok seviyorum.
Şehr-i memleketteyim kaç zamandır. Küçük bir şehir burası ve -doğrusunu söylemek gerekirse- yapacak çok şey yok burda. Ve dahi kendim olabileceğim zamanlar o kadar kıt ki...
Yürüyorum bazen. Vakit buldukça yürüyorum. Çünkü yürüyebildiğim, yürüdüğüm zamanlar sade benim olan zamanlar. Tadını çıkara çıkara yürüyorum.
Akşam üzeriydi. Aile evine doğru yürümeye başladım çarşıdan. Her zaman olduğu gibi müzikçalarım sol cebimde, kulaklıklar da kulaklarımda... Sigara paketi ve çakmak da arka cebimde... Yürüyorum. Şarkılardan fal baktım kendime. İleri-ileri-ileri-ileri-ileri-ileri. Beirut'da durup mola verdim. Brandenburg çaldı birkaç kere üst üste. "Send me now. The winter's over." Kış bitti, evet. Çaldı üst üste birkaç kere daha. Ben yürüdüm. Sigaraları yaktım ard arda. Sonra tekrar fal baktım şarkılardan: İleri-ileri-ileri-ileri-ileri. Durdum. Hangi şarkı çıktı?
Bir gitar başladı önce. Sonra çok sevdiğim bir ses, Daniel Brennare'nin sesi: "So, the season of the fall begins..." He ya, Sonbahar, senin vaktinmiş meğer.
Akşam oluyordu ve Sonbahar hiç gitmeyecek gibi bu diyarlardan. Bulutlar vardı gökyüzünde birsürü. Öbek öbek göğün her tarafını sarmışlardı. Akşam oluyordu ve güneş bulutların arkasından günün son selamlarını yolluyordu. Ben de bir selam çaktım: "Görüşürmek üzre, Güneş. İyi bak kendine. Yarın sabah illa ki uğra. Sana bakıp hapşırmak istiyorum."
Ah, Sonbahar...
Bulutların, siyah-beyazlığın, karanlığın, hüznünle ben çok seviyorum seni.
Gitme, e mi?
Gitme, Sonbahar. Ben seni çok seviyorum.
Şehr-i memleketteyim kaç zamandır. Küçük bir şehir burası ve -doğrusunu söylemek gerekirse- yapacak çok şey yok burda. Ve dahi kendim olabileceğim zamanlar o kadar kıt ki...
Yürüyorum bazen. Vakit buldukça yürüyorum. Çünkü yürüyebildiğim, yürüdüğüm zamanlar sade benim olan zamanlar. Tadını çıkara çıkara yürüyorum.
Akşam üzeriydi. Aile evine doğru yürümeye başladım çarşıdan. Her zaman olduğu gibi müzikçalarım sol cebimde, kulaklıklar da kulaklarımda... Sigara paketi ve çakmak da arka cebimde... Yürüyorum. Şarkılardan fal baktım kendime. İleri-ileri-ileri-ileri-ileri-ileri. Beirut'da durup mola verdim. Brandenburg çaldı birkaç kere üst üste. "Send me now. The winter's over." Kış bitti, evet. Çaldı üst üste birkaç kere daha. Ben yürüdüm. Sigaraları yaktım ard arda. Sonra tekrar fal baktım şarkılardan: İleri-ileri-ileri-ileri-ileri. Durdum. Hangi şarkı çıktı?
Bir gitar başladı önce. Sonra çok sevdiğim bir ses, Daniel Brennare'nin sesi: "So, the season of the fall begins..." He ya, Sonbahar, senin vaktinmiş meğer.
Akşam oluyordu ve Sonbahar hiç gitmeyecek gibi bu diyarlardan. Bulutlar vardı gökyüzünde birsürü. Öbek öbek göğün her tarafını sarmışlardı. Akşam oluyordu ve güneş bulutların arkasından günün son selamlarını yolluyordu. Ben de bir selam çaktım: "Görüşürmek üzre, Güneş. İyi bak kendine. Yarın sabah illa ki uğra. Sana bakıp hapşırmak istiyorum."
Ah, Sonbahar...
Bulutların, siyah-beyazlığın, karanlığın, hüznünle ben çok seviyorum seni.
Gitme, e mi?
Kaydol:
Yorumlar (Atom)