12 Kasım 2011 Cumartesi

Deliler Güzeldir ve İki Gölge



Vay be!
Kasım çocukları!

Vaktin birinde şöyle yazmışım:
"Bir taraflarında hep hüzün var bu çocukların.

Ellerinde, ayaklarında, saçlarında, yanaklarında, dudaklarında ya da kalplerinde... Biryerlere sinmiş hüzün kokusu var hepsinde. Sanki bir doğum lekesi gibi ne kadar da yıkasalar çıkmayan.

En sevdikleri mevsim sonbahar, en sevdikleri renk siyah, en sevdikleri kelime hüzün belki de. Gülebilmek için çikolata, şeker yiyorlar ve kahve kokusu arıyorlar orda burda. Garipler, çok garipler.

Hüzün kokulu kasım çocukları...
Hepsi birbirinden hüzün çanağı."


Suspiria odasında dumandan gölgeler dans ediyor şimdi turuncu-kırmızı bir kaosun içinde. Kulağıma en sevdiğim melodilerden biri fısıldanıyor ve bizlerden, Kasım Çocukları'ndan birinin horlaması (burada kocaman bir gülücük var)
Soruyorum kendi kendime "İlk içtiğin sigarayı hatırlıyor musun?"
Hatırlamıyorum. Hafızam bana unutkanlık oyunları oynuyor arada. Ancak, siz, iki güzel deli, aklımın bir köşesindesiniz ve hayatımın en orta yerindesiniz. Sizi turuncu-siyah kaoslarım, hiç bitmeyen düşüşüm kadar seviyorum.


Kasım Çocuğu Güzel Kız,
Koş ve elbette ki diren! Biliyorum, güçlüsün. Ve biliyorum ki sade güçlü olmak yetmiyor. O yüzden yanındayız hep. Önünde yürümeye niyetim yok ya da arkandan takip etmeyecem; yanındayım! Bir sigara dumanı kadar ya da bir dal tütün kadar veya en sevdiğin şarkı kadar yanındayım! Ve bu güzel bir şey.
Telaşlı halini, gülümseyişini, koşuşturmanı, tezcanlılığını, düşüncelerini, duyarlılığını ve tabi ki hüznünü seviyorum.
Ben seviyorum seni çokça!

ve
Kasım Çocuğu Güzel Adam,
Kocaman sarılışını seviyorum mesela ve gülüşünü. Ve sanırım horlamalarını da sevebilirim (burda yine bir gülücük var)
Hayal kurabilen insanlara hayranım ben, hayalperestleri severim. Kurduğun hayalleri seviyorum. Ve biliyorum ki, bu adam -yani sen- hepsini teker teker hayalden var edeceksin. Hindistan'a beraber gidemeyebiliriz ya da şu kara kıtadaki uzak ülkede ziyaret edemeyebilirim seni -aslında oraya gitmeyeceksin-. Ama, düşünüyorum da, benim senin yanından ayrılmaya pek niyetim yok. Bir zaman, bir yokuşu inerken, çantanda bir şişe kırmızı şarap, oturup bir sokak kedisini severiz yeniden. Ya da, ne bileyim, yürürüz işte yanyana uzunca. Yanyana yani. Hep. Öyle işte...


Gece.
Müzikler.
Sigara.
Kahve.
Huzur
ve
biraz
da
Hüzün.


Güzelim Kasım Çocukları,
Doğduğunuz günü binlerce kere öpüyorum...


Suspiria odasında turuncu-kırmızı bir gece... Kaosun içinde dans ediyor dumanlar.

Farkındayım, uzattım.
Susmalıyım
ve siz
hep var olmalısınız.
İyi ki...

10 Kasım 2011 Perşembe

Bir Deli ve Binlerce Gölge ve Bir Düşüş

Çok oldu yazmayalı. Kelimelerim beni terk ediyor arada ve ben de bazen unutuyorum onları. Dünyadillerinde konuşamadığım zamanlarda anlaşılamıyorum; anlamıyorlar. O yüzden konuşmak, anlatmaya çalışmak yersiz bir çabadan öteye geçemiyor. Öyleyse susmak yeğleşiyor. Hem susmak da güzeldir...

Zaman ne de çabuk geçiyor. Aslında yılları sorun eden biri değilimdir. Yaşlanmak ya da bir yıl daha büyümek problem değil. Zaman -ve elbette ki yıllar- geçtikçe 'son'a biraz daha yaklaşıyorum. Ve ben hâlâ bu dünyadaki yerimi bulabilmiş değilim. "Dünya'ya neden geldim? Nereye gidiyoruz?" değil sorularım... Bir yer... Virginia Woolf, -özetle- "Kendine ait bir odası olmalı" diyor "insanın". Ait olmak hissi bana hep uzak olmuştur. Hem yollar güzeldir! Ben yollara âşığım. Ama bir 'yer'i olmalı insanın. Ait olmakla ilgisi yok bunun. Durduğu ve oradan insanları, şehri, kalabalıkları ve yalnızlıkları ve sesleri ve gölgeleri ve bulutları; en nihayetinde hayatı izleyebileceği bir yeri...
Ben, işte, o 'yer'i çok özlüyorum ve oraya ulaşamadan 'son'a biraz daha yaklaşmış olmak garip bir his. Oysa ben "Yaşlanıyoruz azizim." derken şaka yapıyordum ki! Biri koskocaman bir kahkaha patlatmış olmalı. "Gülmek güzeldir. İnsanın yüzünden keder kışını def eder." Bu da koca bir yalan sanki. Gülmek sahte de olabilir. E neden güler ki insanlar o halde? Ben bilmiyorum. Sen biliyor musun? Belki o biliyordur. I ıh, ben de bilmiyorum. Sus!

Düşüşümde yanımda olan krallarım, tanrılarım, perilerim ve gölgelerim ve karanlıklarım benimleler şimdi. Turuncu bir japon fenerinin loş ışığı altında tam 24 mumu üflüyoruz beraber. Mumlar sönüyor ve biz düşmeye devam ediyoruz. Sonsuz ve dipsiz ve bitmek bilmez bir düşüş... Burası benim ülkem. Burası benim 'yer'im belki de. Hoşgeldin!

Bir dilek tuttuk. Kalbimiz acıdı. Dilekler gerçekleşmez çoğunlukla, biliyoruz. Biz sadece beraber geçirdiğimiz vakitlerin tadını çıkarıyoruz. Ağzımda çikolata tadı var. Pasta güzelmiş. Teşekkür ederim.

Bu bir düşüş. Karanlık, dipsiz, bitmek bilmeyen bir boşluk ve bir düşüş. Burası benim ülkem. Yalnız değilim hem. Merak etme, üzülme benim için. Hem dedim, burası hep benim! Mutlu muyum?.. Değilim. Ama mutlu olmak zorunda da değilim. Huzurluyum ve hüzünlüyüm. İyiyim sayılır. Dert etme. Merak etme beni. Yalnız değilim. Yanımda, benimle beraber düşen ve sonsuza dek düşmeye devam edecek olan tanrılarım, kraliçelerim, perilerim, gölgelerim, karanlıklarım var. Ben yalnız değilim.

Birsürü yıl geçmiş...

Bir deli...

Bir düşüş...

Ama yalnız değil.
Huzurlu ve hüzünlü.