19 Ekim 2011 Çarşamba
Illuminate My Heart... Darling!
İçimi ve ruhumu kemiren bütün böceklerle barış imzaladım. Ellerinden tutup hüznün yalnız kırlarında oyunlar oynuyoruz şimdi. Ayaklarımız çıplak ve yemyeşil otlar üzerinde koşturuyoruz. Her adımım "özür" kokuyor. Çünkü çimenler de yaşıyor ve ben her adımımda özür diliyorum onlardan. Biraz kızgın ve biraz da kırgınlar; ama en çok mutlu.
Ruhumu ve içimi kemiren bütük böceklerle oyunlar oynuyorum şimdi. Ama saat 12'ye kadar bunların hepsi. 12'den sonra büyü bozulacak ve ben tekrar bir bulut olacam. Elinizi çabuk tutun, iyice eğlenin. Bulutken buralarda olmam, biliyorsunuz. İki ayağım varken koşturun beni ve iki elim varken ellerimden tutun ve iki gözüm varken bırakın tadayım tüm güzelliklerinizi, kirlerinizi, çirkinliğinizi, sevincinizi ve hâlâ burnum varken hissetmeme izin verin sizi. Ve kızmayın bana, içinizde en çok hamamböceklerini sevdim diye.
Ve güzelim sevgilim,
Aydınlat beni ışığınla ve başımı göğsüne dayıyorum ve her şey iyi ve her şey güzel ve her şey çirkin ve her şey kötü ve kokun dilimde...
Uzak bir şehirde, içinde gökten gölgelerin dans ettiği bir odada, biraz loş bir ışıkta beni ilk öpen "Çavdar kokuyorsun" demişti "ve biraz da toprak"... Sence nasıl kokuyorum? Çavdar mı hâlâ ve toprak mı? Yoksa başka başka şeyler mi?
Sen hayat kokuyorsun, sevgilim. Koskoca ve upuzun bir hayat... İçinde bütün sevinçler, bütün hüzünler, bütün acılar, bütün koşuşturmalar, bütün yolculuklar var.
Ve ben buna âşığım.
Yolumu göster bana, yolgöstericim ol. Eline al bir fener ve önümde değil, yanımda yürü. Ellerimden tut. Arada terler ellerim. Aldırma ne olur. Silerim tişörtüme ya da pantolonuma, sonra tekrar kenetlenir parmaklarımız.
Sevgilim,
Bana hikâyeler anlat. Uyumak istiyorum. Göğsüne başımı yaslıyorum ve kokunu hissediyorum ve ellerim sıcacık vücudunda ve sonra ellerini buluyorum ve ellerimi tutup, avcumun içine bir ve sonra bir ve sonra bir tane daha öpücük konduruyorsun ve gülüyorsun ve gülümsüyorum ve gözlerim kapandı ve sen karanlıkta kaldın ve açamıyorum ışıkları ve ben hep karanlıklardayım...
Ve aydınlat beni.
Süslü cümlelerimi rafa kaldıralı -ve belki de unutalı- çok oldu. Sana en saf, en ilkel, en çıplak halimle geldim. Çok koştum, çok yere düştüm. Bak, dizlerim hep kan içinde. Ellerim de kanadı. Üstüm başım toz toprak içinde. Ama yine de çıktım geldim. Düştüm çokça. Düş değildin sen oysa. Kirliyim, bak. Kabul eder misin ki? Temizlersin sen beni. Tertemiz eylersin. Biliyorum. Çünkü bu dünyadaki en temiz şey sensin.
Delilerin toplaştığı bir yer var. Böyle ağaçlar içerisinde, güzel bir yer. Arada ziyaretime gel. Kime sorsan göstermez. Pek konuşmam ve çok tanımazlar beni. Ama sen tanırsın. Şu düşünen adam heykeli var ya. İşte onun yanındayım ben çoğu zaman. Kızıyorum bazen ona: "Sen hep oturuyorsun yahu! Kalk dolaş biraz. Bak, ilerde çok güzel bir ağaç var. Kuşları var ağacın. Hep ötüyorlar. Kulaklarım sağır oldu benim. Sesini duymuyorum be adam!"
Bazen de bir sigara uzatıyorum, "Abi, yak bir dal" diyorum. Ama cevap vermiyor. Öylece durmuş, yere bakıyor. Salak bence. Düşündüğü falan yok. Rol yapıyor, kandırıyor bizi. Ama ben kirli çamaşırlarını çıkaracam ortaya...
Ne diyordum?
Hah!
İşte, o adamın yanındayım ben. Tanırsın sen beni. Yalnız sen anlarsın beni. Oturup sabahlara kadar konuşalım. Ama kimseler duymasın. Çok yorgunum. Sorma. Sormadan da anlarsın. Yalnız sen anlarsın.
Güzelim,
Canım sevgilim,
İçimdeki son sigara dumanını da azadettim şimdi. Ruhumdan birkaç parça kopardı gitti. Ama ruhumdan birkaç parça alıp hayat bulduğu için hediyeler verdi bana. Gelecekten birkaç haber ve birkaç güzel resim ve daha birsürü şey. Onları çizip duvarıma astım şimdi. Gelince görürsün. Güzel durdular duvarda. Seversin resimleri, biliyorum. Alabilirsin istersen. Benim daha hayat verecek birsürü sigara dumanım var ve onların da bana vereceği bir sürü hediyesi. Gözlerimi kapattım ve seni dinliyorum şimdi.
"Hadi! At üstündeki ölü toprağını.
Kalk! Güçlüsün sen.
Yürü! Yürüyeceğimiz birsürü yol bekliyor bizi.
Gir koluma ve yürüyelim.
Tek.
İkimiz.
Tek."
Gözlerim ağrıyor karanlıktan. Alışamadım hâlâ. ışıkları yak. Işıklar girişte, hemen solda. Kpıyı çalmana gerek yok. Gel ne zaman istersen. Yeter ki gel.
Uykunun sonsuz vadileri üzerinde tüylü kanatlarımla uçuyorum aşağıları seyrederek. Kanatlarım bulutlara ulaşıyor. "Saat 12'ye geliyor, bebeğim. Dikkat et!" Perilerden birinin sesi. Ben de bulut olacam şimdi. Özle beni -ki özlemek de güzeldir.
En güzelim,
Tek güzelim,
Uçuyorum şimdi. Benimle gel. Yoldaşım ol. Yollar güzeldir ve sen en güzelsin. Aydınlat geleceğimi, hayatımı ve yolumu ve kalbimi ve ruhumu ve ayaklarımı ve saçlarımı ve suskunluğumu ve karanlığımı...
Aydınlat beni.
9 Ekim 2011 Pazar
Zamane Seyyahı Delinin Güncesi: Bir Roman Denemesi vol. 4
Sonra bana da aynı şeyleri söyleyenler oldu. Ben de "Kesinlikle hepsi yanlış!" dedim onlara. Kimse anlamadı beni. Neden anlamadılar? Neden anlamadıklarını ben de bilmiyorum. Sadece üzülüyorum ve özlüyorum. Zaman hoyratça eserken birilerinin bizi görmesini istiyoruz beyazlar içinde rüzgârla ve yapraklarla dost ve arkadaş olmuş bir şekilde. Ama kimse görmüyor bizi bu uçsuz Kayıp Çocuklar Kenti'nde. Tek istediğimiz üzülmek. Çünkü üzülmekten başka yolumuz yok. Bundan kaçmak, kaçmaya çalışmak yersiz ve imkânsız. İmkânlarımızı sonuna kadar kullanıyoruz. Bizi görebilecek iki tane göze ihtiyacımız var -ki böylece bizler de var olacağız. Var olmanın yolu görmekten ve görülmekten geçiyor -bu herzaman için geçerli olmasa bile. Ve insanlar gelip geçiyor. Hepsini izliyorum ellerimle. Gözlerim görmüyor ve ayaklarım duyuyor ayak izlerini. Ayak sesleri yok. Hepsi süzülüyor havada. Ruh gibiler. Sadece ben görüyorum onları. Kendileri bile kendilerinden habersiz. Var olduklarının farkında değiller. Çünkü kendilerini bile görmekten acizler. Kendisini göremeyen bir tanrı var mıdır? Kendine bir aynadan bakamayan bir tanrı "Ben varım." diyebilir mi? Çünkü bir kedi sabahtan beri sokakta ağlıyordu ve hiç kimse onu bulamamıştı. O halde o kedi yoktu belki de. Ha? Saçma konuşuyorum, değil mi? Saçmalıyorum. Saçlarını özledim. Ve belki de susmalıyım... (Binlerce üç nokta var burda.) Susmak... (Binlerce üç nokta var burda.) Susuyorum... (Binlerce üç nokta var burda.) Ama... (Binlerce üç nokta var burda.) Hâlâ... (Binlerce üç nokta var burda.) Hâlâ konuşmak ist... (Binlerce üç nokta var burda.) İs...kir.pas.iz...istiyorum. Susmuyorum ama sana susuyorum. Su gibi ihtiyacım var sana. Peki, sen kimsin? Ben senim aslında. O halde ismini ver bana. Ben de sen olayım sonra. Ama dilersen her şey daha farklı olabilir. Dilersen ama, istersen. İstiyor musun? Ne kadar istiyorsun? Ve gerçekten istiyor musun? Emin misin buna? Kesin mi kararın? Sorular yoruyor mu seni? Yoruldun mu sen de? Yorgun musun benim gibi? Elini kaldırabilir misin yorgunluk hissetmeden, yorulmadan mesela? Ya da yürüyebilir misin "Ayaklarım acıyor" demeden? Bakabilir misin gözünü hiç kırpmadan? Yapamazsın. Ben yapamam mesela. Gözlerimi kırpmaya ihtiyacım var. Çünkü karanlığı da görmek istiyorum. Çünkü sen yoktun ve ben her gece ağlıyordum. Çünkü artık ağzımı açmak bile zor geliyordu bana. Çünkü kelimeler yoktu ve hepsi terk etmişti beni. Çünkü gözlerim ağrıyordu. Çünkü yenik düşmüştüm. Çünkü heryerim yara bere içindeydi ve içimde sen yoktu. Sensiz yaralar içinde kanıyordum. Kana kana seni içmek istedim. Oysa kanaya kanaya sensiz ağlıyordum. Çünkü sen yoktun ve gece olmuştu. Ve sen geceleri çok severdin.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)