Çok zaman oldu yazmayalı bir şeyler. Kelimelerimin beni terk ettiği bu vakit uzun süredir devam ediyor. Bir osmanlı şimşiri aldım. Aslında çok param yok; aslında hiç yok. Ama konuşacak bir şeylere ihtiyacım olduğunu düşündüm. Odanın bir köşesinde duruyor şimdi. Yaprakları biraz sarardı, bazılarıysa döküldü. Ellerimle suluyorum ve konuşuyorum. Beni duyduğuna eminim. Cevap vermesi güzel olabilirdi. Ama sadece dinliyor. Berry Joe ise uzun zamandır yok etraflarda. Benden sıkıldı sanırım ve kendini yollara vurdu. Gezsin, dolaşsın. Birgün geri gelecek ve bütün hikâyelerini anlatmaya başlayacak, biliyorum. Özledim...
Sevdiğim bu şehre tutunmaya çalışıyorum. Ama bu o kadar zor ki... Düşme hissiyse herzamanki gibi hâlâ benimle. Allak bullak bir haldeyim. Dışarı çıkmıyorum. Evdeyim. Arada yürümek için çıkıyorum sadece. Yürümeyi çok severim. Kulaklarıma sevdiğim müzikler çalınıyor ve yürüyorum ve müzikleri dinliyorum ve sigara içiyorum ve yürüyorum ve şehri okuyorum ve yürüyorum ve sigara içiyorum ve yürüyorum... Sonra gerisingeri eve dönüyorum. Görüştüğüm kimseler yok. Sevdiğim birkaç kişi var. En son ne zaman gördüm birini, hatırlamıyorum. Beynim yine unutkanlık oyunları mı oynuyor? Bilmiyorum.
Yorgun hissediyorum. Bu, sadece bedenî bir yorgunluk değil. Kendimi çok uzun bir süre devam eden bir savaştan çıkan bir şehrin ortasındaki bombalanmış ve delik deşik olmuş bir bina gibi hissediyorum. Bu şehir ise -garip bir şekilde- Beyrut oluyor hep. Hiç gitmedim oraya. Ama konu Beyrut olunca içimin sızladığını görüyorum. Şehirlerin ruhları vardır. Hepsinin değil elbette. Beyrut'un ruhunun yorgun bir bulut olduğunu düşünüyorum. Tam benlik! Bir gün oraya gitmem gerekiyor. Ne zaman, nasıl giderim, bilmiyorum. Ama gitmeliyim. Hep derim, artık biliyorsunuz: Yollar güzeldir.
Yazının başlığını pırt diye ekledim. Aslında intihar etmek gibi bir düşüncem yok. Ya da tam olarak öyle değil de... Küçüklüğümden beri (Aşağılarda bir "All Alone" yazısı var. Okunmalı.) benimle olan Düşme Hissi (Özel bir admış gibi yazdım. Nedenini bilmiyorum.) ve bununla beraber gelen bir şey sanırım bu. Denedim birkaç kere. Sebep elbette ki "Ölmek istiyorum." değil/di. Ben yaşamayı seviyorum. Ama yaşıyor olduğum hissini de özlüyorum. Tıbbî bir yaşama tabiri değil bu. Kan akıyor. Demek ki yaşıyorum. Ama acı yok. Acı. En sevdiğim kelimelerden biri. Hüzün var bir de. Ve huzur. Ve direniş.
Hayatımı bu dört kelime üzerine kurabilirim sanırım. Acı ve hüzün ve huzur ve direniş. Yanlarına başka birkaç kelime de yoldaş olabilir. Bunu düşünmeliyim.
Sen nasılsın peki? Beni boşver. Ben hep düşüyorum. Tutunmaya çalışmayı çoktan bıraktım. Benim adım Düşüş. Sen kimsin?
Yağmur yağıyor dışarda. Yağmuru severim ve bu şehre renklerin değil, renksizliğin yakıştığını düşünüyorum. "Renksizlik"ten kastım siyah, gri ve beyaz elbette. Ama böyle deyince siyaha ve griye ve beyaza haksızlık etmiş gibi oluyorum. Onlar renk değil mi ki?
Bir şeyler yaz bana, arada ses et. Yalnız değilim, biliyorum. Yalnızlık var ya hani... Hem Düşüş var, hem yalnızlık var, hem düşerken yanımdakiler var, hem bulutlar var, hem şehir var... Ama yalnızlık işte...
(Bu son cümleler çok garip oldu.)